Will Trent

Disney Plus’ta 3 sezondur yayınlanan Will Trent dizisi, ilk bakışta tanıdık bir polisiye gibi görünse de, aslında çok daha derin bir hikâye anlatıyor. Ekrana yansıyan suç dosyalarının ve dedektiflik zekâsının ardında, dikkat çekici bir farklılık gizli: disleksi.

Will Trent, Georgia Soruşturma Bürosu’nda çalışan zeki, detaylara takıntılı ama alışılmışın dışında bir dedektif. Onu diğerlerinden ayıran en büyük fark ise, disleksi ile yaşıyor olması. Ancak bu durum, karakterin başarısını gölgede bırakmak yerine, onu daha da özel kılıyor.

Disleksi: Bir Engel Değil, Farklı Bir Düşünme Biçimi

Disleksi genellikle bir “okuma yazma güçlüğü” olarak tanımlanıyor. Oysa aslında, beynin bilgiyi farklı bir şekilde işleme biçimi. Will Trent dizisi bu durumu tam da bu yönüyle ele alıyor. Will, olaylara farklı açılardan bakabiliyor, karmaşık detayları bir araya getirme konusunda çok güçlü. Disleksisi, onun zayıf noktası değil; sezgisel zekâsını ve görsel analiz yeteneğini besleyen bir yönü olarak karşımıza çıkıyor.

Dizideki unutulmaz sahnelerden birinde Will, bir haritaya bakarken şöyle diyor:
“Ben haritaları sevmem… çünkü okuyamıyorum.”

Bu cümle, karakterin disleksiyle yaşadığı zorluğu içtenlikle dile getirdiği nadir anlardan biri. Ancak daha da etkileyici olan, iş arkadaşının bu durumu yargılamadan karşılaması. Harita üzerindeki yerleri işaretleyerek Will’e olayı görsel olarak anlatıyor. Bu küçük ama anlamlı sahne, empatiyle kurulan iletişimin ne kadar güçlü olabileceğini gösteriyor.

Bu tür sahneler, izleyiciyle sessiz ama etkili bir bağ kuruyor. Harita, sadece bir yön bulma aracı değil; aynı zamanda bir temsil. Bilgiye erişim şeklimizi, dışlanmışlık hissini ve birlikte başa çıkmanın yollarını simgeliyor.

Medyada Farklılıkların Temsili

Dizinin en güçlü yanlarından biri, disleksiyi ne dramatize ediyor ne de kahramanlaştırıyor. Will Trent, “süper yetenekli ama sorunlu dedektif” klişesine saplanmadan, disleksiyi doğal bir şekilde işliyor. Bu da izleyicide gerçek bir empati duygusu yaratıyor.

Burada akla iletişim kuramcısı Stuart Hall’un temsil teorisi geliyor. Hall’a göre, medyada bir karakterin nasıl temsil edildiği, toplumun o karakteri nasıl algılayacağını belirler. Will Trent dizisi, disleksiyi bir eksiklik gibi değil; farklı bir bilişsel yapı olarak temsil ediyor. Böylece, öğrenme güçlüğü yaşayan bireylerin potansiyeline dair algıyı dönüştürüyor.

Bir diğer önemli düşünür Michel Foucault, bilgi ve gücün nasıl iç içe geçtiğini anlatır. Kimin bilgisi geçerli sayılır? Kim “normal” kabul edilir? Will Trent bu soruları sessizce soran bir dizi. Çünkü Will, sistemin dışladığı bir bilişsel farklılıkla, kendi analiz biçimini geliştiriyor. Onun başarısı, farklı düşünen beyinlerin de ne kadar değerli olduğunu kanıtlıyor.

Bugün ekranlarda birçok dedektif hikâyesi var. Ama çok azı izleyicisine sadece bir suç vakasını değil, aynı zamanda bir karakterin dünyasını açar. Will Trent bunu yapıyor. Disleksi gibi bir öğrenme farklılığını görünür kılıyor. Üstelik bunu abartmadan, doğal akışında sunuyor.

Bu yönüyle Will Trent, yalnızca bir suç dizisi değil; aynı zamanda farkındalık yaratan bir medya içeriği. Hem genç bireyler hem de aileler için ilham verici. Medya okuryazarlığı açısından da değerli bir örnek.

Will Trent, bize şunu hatırlatıyor: Farklılık bir eksiklik değildir. Disleksiyle yaşamak, düşünmenin başka bir yolu olabilir. Yeter ki bu farkı anlayacak, empati kuracak ve birlikte yol alacak bir dünya mümkün olsun.

Diziye hâlâ başlamadıysanız, sadece zekice kurgulanmış bir suç hikâyesi izlemek için değil; aynı zamanda bakış açınızı değiştirecek bir karakterle tanışmak için bir şans verin derim.

Dizi Hakkında

Dizi, Karin Slaughter’ın çok satan roman serisinden uyarlandı.
Başrolde: Ramón Rodríguez (Will Trent)
Yönetmenlerden bazıları: Howard Deutch, Paul McGuigan, Leigh Janiak
Diğer önemli oyuncular: Erika Christensen, Iantha Richardson, Jake McLaughlin, Sonja Sohn